Dünyanın dört bir yanındaki toplumlar, farklı kültürlerin ve inançların bir arada yaşadığı zengin bir mozaik oluşturmaktadır. Ancak, bu mozaikte bazı renkler gölgede kalmakta, bazı sesler ise karanlıkta yankılanmaktadır. Doğu Türkistan’daki zulüm, bu karanlık yankılardan sadece biridir. Çin'in baskıcı politikaları, bu kadim topraklarda yaşayan halkın kültürünü, dilini, inancını yok etmeye yönelik bir soykırım haline gelmiş durumda. Ancak ne yazık ki dünya bu soykırım karşısında sessiz kalmaya devam ediyor.
Düşünün ki bir gün evinize hiç tanımadığınız bir yabancı yerleştiriliyor ve bu davetsiz misafir, sizin her adımınızı izleyip her hareketinizi not ediyor. Mahremiyetinizin hiçe sayıldığı, inançlarınızın sürekli baskı altına alındığı bir hayat... İşte, Doğu Türkistan’da yüz binlerce Uygur Türk’ü tam da böyle bir baskı altında yaşamaya zorlanıyor.
Bu uygulama, hem Uygur ailelerinin özel hayatlarına doğrudan müdahale etmekte hem de sürekli bir gözetim ve baskı ortamı yaratmaktadır. Bu zorunluluk, Doğu Türkistan’daki sıkıyönetimle birleştiğinde, hapis hayatının ne denli kalıcı ve kaçınılmaz hale geldiğini gözler önüne seriyor. Ne hissettiğinizi bir an hayal edin, ancak maalesef bu bir hayal değil, Doğu Türkistan’ın acı gerçeği.
Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı baskı, sadece kültürel kimliklerle sınırlı değil. Din de bu baskının ana hedeflerinden biri olmuş durumda. Uygur Türkleri, sırf Müslüman oldukları için şiddet görüyor, cezalandırılıyor ve hatta hapsediliyor. Kur’an okuyan, namaz kılan ya da oruç tutan insanlar ağır işkencelere maruz kalıyor. Dini özgürlüklerin tamamen ortadan kaldırıldığı bu bölgede, Müslümanlar inançlarını gizlice yaşamaya çalışıyorlar.
Doğu Türkistan’da yaşananlar, Çin hükümetinin Uygur Türklerine yönelik sistematik asimilasyon politikasının bir parçasıdır. Çin hükümeti, Uygur Türklerini "tehdit" olarak görüyor ve kültürel, dini, etnik kimliklerinden arındırmaya yönelik geniş çaplı programlar uyguluyor. Toplama kampları ise bu asimilasyonun merkezinde yer alıyor.
Uydu görüntüleri, bu kampların sadece son bir yılda üç kat büyüdüğünü ortaya koyuyor. Çin hükümeti buraları, "eğitim merkezleri" olarak tanımlasa da gerçekte Uygur Türklerine işkence uygulanan yerler. Yakın zamanda Çin Başkonsolosu, Uygur Türklerinin "hasta beyinler" olduğunu ve Çin'in bu "hastalıklı beyinleri" tedavi ettiğini ifade etmişti. Bu itiraf, aslında Çin’in Uygur halkını nasıl gördüğünü açıkça ortaya koyuyor.
Çin hükümetinin Doğu Türkistan’daki sıkıyönetimi, bölgeden kaçmayı neredeyse imkânsız hale getiriyor. Kaçabilen birkaç kişi ise geride kalan ailelerinden bir daha haber alamıyor. Çünkü Çin, geride kalanları en ağır işkencelerle susturuyor. Toplama kamplarına kapatılanların çoğu ise bir daha asla geri dönemiyor.
Geldiğimiz noktada Doğu Türkistan’daki zulme karşı sessiz kalmak, bu suça ortak olmaktır. Uluslararası toplumun bu krize duyarlı olması ve etkili adımlar atması, insan hakları açısından kritik bir dönüm noktası olacaktır. Farkındalığın artırılması, bu sessiz soykırımın sona erdirilmesi adına atılacak en önemli adımlardan biridir. Çin’in baskı politikaları karşısında, Doğu Türkistan’ın sesini dünyaya duyurmak hepimizin görevi. Aksi takdirde, Doğu Türkistan'da bir halk sessizce yok edilmeye devam edecek.